BÜYÜ, BÜYÜCÜLÜK VE CADILIK KÜLTÜ


Ortaçağın başlarından Rönesans 230dönemine kadar tarih onları, kara büyünün efendileri olarak kaydetmiştir. Cadılık tarihine genel hatlarıyla bakıldığında Avrupa’daki reform dönemine dek onlara büyük ve inanılmaz bir baskı uygulanmış; birçoğu aileleriyle birlikte kızgın yağ kazanlarının içine atılarak, gözleri ve göğüsleri kesildikten sonra ıssız bir tarlaya bırakılarak ve daha birçok akla aykırı gelen yöntemlerle hunharca öldürülmüşlerdir.

Cadılar tarihi bu açıdan incelendiğinde, cadıları aileleriyle birlikte, bazı istisnaların dışında, katledenler Hristiyan kilisesinin erkek üyeleriydi.231 Hristiyan kiliseleri Avrupa’dan dilimize Cadı olarak geçmiş olan, Ortadoğu’da ise Büyücü olarak anılan bu kişilerin faaliyetlerini asla kabul etmemişler ve engellemek için de kanlı uygulamalarla cevap vermişlerdir.

Hristiyan kiliseleri Cadılar ve büyücülükle ilgili mücadelelerini kutsal kitapları İncil’e dayandırmaktaydılar. Örneğin kutsal kitap İncil’de yer alan “Bir cadının yaşamasına izin veremezsin” ayeti232 onların eylemlerinin temelini oluşturuyordu. Cadılık suçlamasıyla istisnalar dışında birçok kadın asıldı, yakıldı, kurşuna dizildi ve zindanlarda çürüdü. Bir o kadarı da ağır ve akıl almaz işkenceler ile katledildi. Her ne kadar birçok teolog cadılık unvanıyla sivrilmiş kadınların, Hristiyan kilise erkekleri tarafından öldürülmesini erkek hegemonyası diyerek bir cinsiyet ayrımı sonucu gerçekleştiğini vurgulasa da, bu durumun izahatı, otoriter üstünlüğünü gölgeleyecek olan başka bir alternatife göz yummayan dinsel otoritelerin egemenliğinin bir sonucu olduğudur. Hülasa bu durum tamamiyle dinseldir ve herhangi bir cinsi ya da ırki bir mesele değildir.

Bunun yanı sıra cadılık ya da diğer adıyla büyücülük Hristiyanlıkta olduğu gibi İslam dininde de yasaklanan bir uğraştır. Nitekim sihir ve büyü bedenlere ve gönüllere bir şekilde tesir ettiğine, bu etkileşimden ötürü de insanların arasında nifak yarattığına inanıldığından İslam dini büyüyü kati suretle yasaklamıştır. Allah, büyücülerin yaptığı fenalıklardan kurtulmanın yolunu kendisine sığınmakta göstermiştir.

Nitekim büyü -şarlatanların yaptıkları istisna- gerçektir ve tutmaktadır. Bazı kaynaklara göre Allah’ın Resul’ü Hazreti Muhammed’e yaşadığı dönemde büyü yapılmış ve bu büyü az da olsa etkisini göstermiştir. Şimdi aklımıza Resul’e nasıl büyü yapılır, O’nu Allah koruyordu sorusu gelebilir ancak müşrikler tarafından nasıl o mübarek dişi kırıldıysa, yine öyle büyü yapılmıştır.

Resul’e büyü yapılması aslında yaratıcının işleyen sisteminin bir parçasıdır. Nitekim büyü ile alakalı ayetlerin iniş sırası gelmiştir ve Rab o ayetin inmesi için Resul’e büyü yapılmasını vesile kılmıştır. Allah’ın ayetini indirmesinde elbette bir vesileye ihtiyacı yoktur ancak ayetlerin önemini o dönemin cahil toplumuna idrak ettirmek için bir kanıt gereklidir. Nitekim öyle de olmuştur ve Resul’e büyü yapılmıştır. Bunun üzerine Allah Felak ve Nas surelerini indirmiştir.

Allah şöyle buyurmaktadır;

“… Büyücülerin şerrinden Allah’a sığınırım de.” (Felak 4)

“… Büyücü ise nereye varsa, ne yapsa iflah olmaz.” (Taha 69)

İslam peygamberi Muhammed (s.a.v.) ise şöyle buyuruyor;

“Büyü yapan kişi küfre girmiştir.”

Yine başka bir hadislerinde;

“Büyücüye, müneccime, gaibten haber veren kimseye inanan kişi Kuran-ı Kerim’i inkâr etmiş sayılmaktadır.”

Görüldüğü üzere İslam dini de büyüyü yani Cadılık kültünü yasak etmiştir. Cadılık aslına bakılırsa sadece Hristiyan ve İslam toplumundaki öğretiler değillerdir. Yunan ve Roma medeniyetlerinde büyü ritleri görülmüş, hatta süreç içersinde bu büyüler iki kısma ayrılmış “Ak” ve “Kara” büyü olarak anılmışlardır. Ak büyü şans getirmek, küskünleri barıştırmak ve kaybolan herhangi bir şeyi bulmak ve hastalara şifa vermek için kullanılmaktaydı.

Kara büyü ise öç almak temelinde oluşturulan esaslara dayanıyordu. Bilinen kaynaklara göre Roma çağında, büyü ve iksirlerle insanların ölümüne sebep olan kişiler, kanun hükümlerine aykırı cinayet işlemişçesine ağır cezalara çarptırılmaktaydı. Bunun yanı sıra Cadılık birçok Pagan dininde de gözlemlenmiştir.

Yine Protestan Kilisesi azizlerinden, Aziz Pavlus Cadılara diş bileyenlerdendi. Aziz Pavlus Katolik cemaate yazdığı mektupların bir bölümünde bu hususa değinmiş ve “Bu cadılara karşı hiçbir merhametim yok, bana kalsa hepsini diri diri yakarım.” açıklamasında bulunmuştur. Protestan ve Katolikler, Cadıların büyücülük mesleğini şeytandan öğrendiğini, bunun bir şeytan mesleği olduğunu, şeytanın cadılara bir takım güçler verdiğini düşünüyordu.

Cadıların da bu güçlerle insanların beyinlerini kontrol ettiğini, el sürmeden birçok maddeyi (telekinezi) hareket ettirebildiklerini ve tüm bunların şeytanın öğretileri olduğunu düşünüyorlardı. Aslında düşündükleri hiç de doğru değildi çünkü zihin kontrol ve maddeleri hareket ettirme gibi olgular tamamiyle Allah’ın izni ve müsaadesiyle gerçekleşen olgulardı. Zira bugün bilimin ilerlemesiyle ABD’nin istihbarat örgütü CIA, Sovyet Rusya’nın istihbarat örgütü KGB insanlar üzerinde beyin kontrolünü çeşitli araçlar vasıtasıyla sağlamaktadır.

Yine çağsal dönüşümün yaşanacağı 2012 yılına yaklaşırken DNA sarmallarındaki değişim sayesinde 233 birçok insan, telekinezi ismi verilen ezoterik bilim vasıtasıyla kendini geliştirmiş ve zihin okuma ya da el sürmeden maddeye hükmedebilme yeteneğine kavuşmuştur.

Pek tabiî ki bu durum, Cadıların suçsuz olduğu kanısını ortaya çıkarmış olamaz çünkü Cadılar ya da büyücüler pek çok fenalığa imza atmışlardır. Bu durum, telekinezik alanda beyin gücünü kullananları cadılıkla suçlayanları yalanlamıştır. Telekinezi yöntemiyle beyin gücünü kullananların aksine Cadılar gerçekten de fena işlere imza atmıştır ve bu sebeple pek çok dini otorite onları yasaklamak istemiştir. Hristiyan vaiz Calvin de vaazında konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır;

“İncil’de Cadıların var olduğu ve yok edilmeleri gerektiği bildirilmektedir. Tanrı’nın bu kanunu evrensel bir kanundur.”

Vaiz Calvin ile birlikte Methodist Kilisesinin kurucusu olan John Wesley de şunları dile getirmiştir;

“Cadılığı inkâr eden kişi, sadece İncil’e değil tüm çağların ve milletlerin bilgelerinin oluşturduğu birikime de karşı çıkmış olur.”

Ancak bunun yanı sıra yeni yüzyıla doğru geçen süreçte Cadılığa karşı yürütülen yaptırımlar duruldu ve bakış açısı da biraz yumuşatıldı. Nitekim Britanya, Cadılığa karşı olan yürürlükteki tüm yasaları feshetmiştir. Aslına bakılırsa Britanya’nın bu kararı Cadılık yani büyücülük ile uğraşan birçok kesimi de cesaretlendirmiştir.

Zira bu karardan sonra Cadılığın kadim tarikatı olarak bilinen “Wicca” Tarikatının yeni lideri Gardner Brosseau Gardner ‘‘Cadıların Tanrısı’’ isminde bir kitap yayınlamıştır. Bu kitap 1933 yılına damgasını vurmuştur çünkü kadim bir gelenek olarak Cadılık bilgeliğini sürdüren Wicca Tarikatı, Gardner’in söylemleriyle kendine yeni bir Tanrı icat etmiştir. Fakat ne gariptir ki bu sapkın inançlı kişinin kitabı inanılmaz bir yankı uyandırmış ve kısa sürede birçok taraftar edinmiştir.

Aslına bakılırsa Gardner bir başarıya imza atmamış, aksine süslenmiş kelimeler ile dini duyguları zayıf insanları kandırmıştır. Nitekim kandırmak Gardner’in mesleğiydi çünkü Gardner kitabında “Cadılar kandırma konusunda inanılmaz yeteneklidir” diyordu. Kendisi de işinin erbabı olmuş bir cadı olarak, önce insanların inançlarını zayıflatmış ve daha sonra onları kandırmayı başarmıştı. Kitabındaki kendi deyimiyle kandırma konusunda çok yetenekliydi.

Adeta bir yalan makinesi gibi Wicca tarikatının üstatlığına soyunan Gardner, yeni bir Tanrı icat etmekten de geri durmamış ve bu yeni akıma birçok yeni ritüel katmıştır. Zira bu sapkın kişinin, kişilik analizi incelendiğinde 1930’lu yıllarda yayınladığı roman denemelerinde, çıplaklık ve tabusuz seks 234 konularındaki görüşlerini de açıklamış oldu.

Sapkın inançlarıyla zihinleri kirleten ve yüzyıllardır aslında sadece büyücülük ile uğraşan Wicca kültü, Gardner’in sapkın düşünceleri sebebiyle itimat edilmeyen ve birçok dini otoritenin yeniden düşmanı haline gelen bir hal aldı. Kendisini seçilmiş üstün vasıflı kişi olarak tanıtan Gardner, 1934 yılında Singapur Üniversitesinden doktora derecesiyle mezun olduğunu dile getirerek bilge bir kişilikmiş havası uyandırmaya çalışmıştı. Hatta iddiasına göre Toulouse Üniversitesinde de Edebiyat doktorası yapmıştı.

Fakat bunlar da Gardner’in yalan üstatlığından başka bir şey değildi. Gardner, 1934 yılında Singapur Üniversitesi’nden doktora derecesiyle mezun olduğunu söylüyordu ama o yıllarda Singapur Üniversitesi bırakın mezun vermeyi, duvar tuğlaları daha yeni örülen bir inşaat halindeydi. Yine yalan makinesi Gardner, Toulouse Üniversitesi’nde Edebiyat doktorası yaptım diyordu ama üniversitede ya da çevresinde ne onu tanıyan bir kimse vardı, ne de üniversite kayıtlarında mezun olduğunu iddia ettiği tarihlerde, onun adına herhangi bir kayıt vardı.

Cadılar kültü, bir büyü ustasından çok bir yalan ustasının eline kalmıştı. Gardner Cadılar konseyi düzenliyor ve bunlarda kendilerine özgü ritüeller gerçekleştiriyordu. Bu ritüellerde kadın üyelere çırılçıplak soyunmalarını emrediyor, ritüelleri böyle yapıyordu. Bu sapkın kişi ritüel esnasında bir bayanla mutlaka ritüelin simgesi haline gelen metal bir masanın üzerinde seks yapıyor, ilişkiye giriyordu.

Kadınları teşvik etmek için ise özel olarak para ile kiralanmış olan birkaç tane hayat kadını, bu kadınların arasına normal bir ziyaretçiymiş gibi yerleştiriliyordu. Gardner ile ilişkiye girecek kimse bulunmaz ise hazırda bulunan hayat kadınlarından biri devreye giriyor ve metal masanın üzerinde Gardner ile tüm üyelerin gözü önünde seks yapıyordu.

Gardner, büyücülük tarikatı olan Wicca inanışını bir seks tarikatı haline getirdi. Özünden tamamı ile kopan ve adeta sapıklar kulübü haline gelen Wicca tarikatının bu obsesif (takıntılı) lideri nihayet 1964 yılında öldü. Ancak ondan sonra da miras bıraktığı sapkınlıklar devam etti. Günümüzde her ne kadar Wicca mensuplarının özüne döndüğü söylense de, bilindiği kadarıyla gizli bir tarikat olarak faaliyetlerini sürdürmektedir.

KURSAD BERKKAN

Not : Gizli Örgütler ve Tarikatlar kitabımızdan alıntılanmıştır lütfen kaynak göstererek paylaşınız. 

Yorum Gönder

0 Yorumlar