GÜL HAÇ ÖRGÜTÜ VE MASONLUK

Eski Gül-Haççılık, reformasyon ve anti-reformasyon döneminin siyasi, tinsel ve toplumsal gerginlikleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. 17. yüzyılın başlarında Almanya’da egemen düşünce tarzını ve düzeni kendi aralarında işbirliği yaparak değiştirmeye çalışan çok sayıda cemiyet ve örgütlenmeler meydana çıktı. Dinsel hoşgörüyü savunan bu örgütler, İtalya’daki akademilerin yanı sıra Hollanda ve İngiltere’deki cemiyetlerle ilişkiye geçtiler.

Augsburg Barış antlaşması, uzun süren ihtilaflardan sonra içinde bulunan zor durumu aşıp uzlaşma ve rahatlık sağlayacak bir etki gösteremedi. Tam tersine gelişmeler, eninde sonunda büyük bir savaşın patlayacağını gösteriyordu. Hukuk dışı uygulamalar, keyfilik, batıl inanç, düşmanca dinsel kavgalar, kiliselerde ve üniversitelerde unvanların alınıp satılır olması, gittikçe artan devalüasyon, istikrarsız iktisadi durum ve mezhepler arasındaki militer çatışmalar, söz konusu krizin işaretleriydi.

Bu iç karartıcı koşullar, diğer yandan özgürleştirici bir dünya yaratacak değişimleri içinde ümidini uyandırmıştı. Örneğin süre giden din kavgaları, kudret sahibi ve uzlaştırıcı bir hükümdara olan özlemleri besliyordu. Erken Barok dönemin bu krizi, sadece dinsel karakterde gerçekleşmedi. Aksine, anlaşmazlıklarla kiliseye dair resmi faaliyetlerin birbirinden ayrılması krize damgasını vurdu ve bu, hem devlet siyaseti, hem dinsel, hem de kültürel, bilimsel alanları güçlü biçimde etkileyen toplumsal düşünce ve davranışların sekürleşmesine yol açtı.

Asıl olarak üç nedene bağlanabilecek olan bu toplumsal yeniden yapılanma süreci her bölgede farklı şekilde icra edildiyse de, Alman toplumunda sonuç olarak Reformasyon sonrası dönem ve anti-reformasyon döneminin neticesi olarak amacına ulaştı. Bu çabaların vücut bulduğu Gül-Haççılar gizli örgütlenmesi, dünya çapında bir “Genel Reformasyon” istiyordu.

Johann Arndt gibi teologlar, Johann Valentin Andreae gibi pansofist ve sosyal eleştirmenler, Johann Amus Comeius gibi pedagoglar, doktorlar, Michael Maier gibi simyacı ve filozoflar, İmparator II. Rudolph’un özel doktoru, Christoph Besold gibi hukuk profesörleri ve İngiliz doktor ve bilge Robert Fludd gibi parlak zekalar Gül-Haççıların üyesiydiler. Örgüt, siyaset ve bilim alanında hiç de hafife alınamayacak bir önem kazandı.

Örgütün başlangıç noktası, Fama fraternitatis (1614) ve 1615 yılında Kassel’de yayınlanan Confessio Fraternitatis başlıklarıyla bilinen Gül-Haççı risalelere dayanır. Bu manifestolarda “ilerleme”, “kavrama yeteneğiyle ilerleme” ve pratik bir toplumsal görev olarak “aydınlığımızın bilgisini”, kitap olarak ya da bütün sanatların ölçütü olarak” olsun, “aydınlığa, bariz ışığa getirmek” için bir âlimler cumhuriyeti tasarı yayınladı. Christian Rosenkreuz’un kişiliği bu risalelerin odak noktasında yer alır. Risalelerde işte tekrar hayat bulan ve dünya çapında genel bir reformasyon çağrısında bulunan “Gül-Haççıların takdire şayan tarikat cemiyeti”’nin kuruluşu da muhtemelen Christian Rosenkreuz’a dayanmaktadır. (29)

Christian ülkesi Almanya’da sekiz kişiden oluşan Kutsal Din’in mabedi adındaki cemiyeti kurmadan önce Arabistan’da simyacılığın sırlarını öğrenmişti. Sekiz rakamının cemiyet için mistik bir anlamı vardı; onların sembollerindeki pelikanın göğsünü yararak kendisine muhtaç yediyi doyurmasını ifade ediyordu. Bu cemiyetin kurucu üyeleri gizli bir dil geliştirmişlerdi ve simyacılığın sırlarıyla ilgili birde kitap derlediler. Misyonları “her şeyi bilmek öğrenmek ama kendilerini gizli tutmak” olarak şiar edinmişlerdi. Onlar bu altı kurala kesin kes bağlı yaşamaktaydılar;

1: Üstün bilgileriyle hiçbir kamu görevinde bulunmamak ve görev sorumluluğunu geliştirmek.

2: Özel bir kıyafetten ziyade yaşadıkları ülkenin geleneksel giysisini giymek.

3: Her yıl belirli bir günde karşılıklı yardımlaşmak ve fikir alışverişinde bulunmak için Kutsal Dinin Mabedi’nde toplanmak.

4: Her üyenin halefi olacak zengin bir kişi bulmak.

5: R.C. harflerini, işaretleri ve imzaları olarak benimsemek.

6: Cemiyetin varlığını bir asır boyunca gizli tutmak.


Fama Fraternias’ın ardından 1615’te Confessio Fraternitatis ve 1616’da Chemische Hochzeit Chiristiani Rosenkreuz’un eserleri yayınlandı. Bildirgelerin üçü de Avrupa’daki aydınlar, bilim adamları ve aristokratlar arasında manevi gerçekleri ve kişisel aydınlanma arayışları açısından anlamlı kabul edildi. Aslında Gül ve Haç Cemiyeti’nin fikirleri çok modern görünüyordu ve bu Kova Burcu çağında kesinlikle tarafsız kalmayacaklardı.

Gül, simyanın manevi değişiminde her zaman bir simge olurken, haç da fiziksel dünyayı ve kurtuluşu simgeliyordu. Bu iki simgenin birleşmesiyle fiziksel dünyanın ötesinden haber veren bir kapı açılıyordu. Bazı kimseler, bu simgenin Martin Luther’in armalı ceketinden örnek alındığına inanıyor ama Andreae’in armalı ceketinde de aynı işaret vardı. Gül ve Haç kardeşliği’nin gizli definesi Andreae’in ölümünden 120 yıl sonra, Kutsal Dinin Mabedi’nde bulundu.

Definenin yanında Gül ve Haç Kardeşliği’nin öğretilerinin herhangi bir Hıristiyan tarikatı tarafından tekeline alınması şartıyla tüm dünyaya yayılması için verilmiş talimatlar da vardı. Bu açıklamalar temiz kalpli, samimi ve büyük hedefler peşinde koşan erkekleri cemiyete dahil olmaya davet ediyor, bencilce hareket edenleriyse uyarıyordu. Gül ve Haç Kardeşliği ayrıca Ateş Filozofları adıyla da biliniyordu. Onlar ateşi “Dünyadaki Tek Kıvılcım”ın cennetteki en kusursuz ve en saf yansıması olarak tanımlıyorlardı.

Her maddenin kaynağı ve sonu, yani ‘‘Yaşam ve Ölüm Tanrısal bir Gerçektir’’ düşüncesindeydiler. Onların amaçlarından biri de gizemli olayların arkasındaki sır perdesini çözmeye uğraşan farklı kolları, aynı çatı altında toplayarak her konuda saklı kalmış gerçekleri ortaya çıkarmak için araştırmalar yapmaktı.

Bu eski bilgi eski Mısır’da Pharaoh Thutmose tarafından MÖ 1500-1477’de kurulan büyücülük okullarına ve Thales’le Pythgoras gibi Yunan filozofları dönemine kadar izlenebilir. Gül ve Haç Kardeşliği’nin “Yanan Her Işığın” gizemini, güya eski insanlar tarafından bilinen ve yaşamı uzatan sır olduğuna inanılan “sonsuz ateşi” bulduğu tahmin ediliyordu.

1623 yılında Avrupa’da altı farklı ülkeye dağılmış, sadece 36 Gül ve Haç Kardeşliği üyesi olduğu söyleniyordu ama bu kişilerin arasında Leonardo da Vinci, Cornelius Heinrich Ahrippa, Dante, Renê Descartes, Blaise Pascal, İsaac Newton, Gottifried Leibnitz, Christopher Wren, Benjamin Franklin (on yedinci yüzyılda Philedelphia’da bir Gül-Haç Kardeşliği kolonisi kurulmuştu), Thomas Jefferson, Michael Faraday, Claude Debussy ve Erik Satie gibi tanınmış simalar da yer alıyordu. Netice itibariyle Masonlar, Gül ve Haç kardeşliği’ne üye olanlar ve Tapınakçılar, birbirlerine öyle sıkı sıkıya bağlanmışlar ki, modern bir tarihçinin onları ayrı ayrı anlatması gerçekten çok zor. (30)

KURSAD BERKKAN

Yorum Gönder

0 Yorumlar